top of page

FİGÜRAN

  • cearthflike
  • Mar 26, 2021
  • 3 min read

Updated: May 7, 2021

Çok değil 50 lira karşılığında klişe bir kavga sahnesinde dayak yiyen figüran gibi hissediyorum. 50 lirayı kazanabilmek için yumruğu 10’larca yıldır boşa savrulan yöne doğru savurmalıyım.

Tabi öncesinde efelenmeliyim. Seyirci benden nefret etmeli ki yediğim dayak onların içini rahatlatsın. Başroldeki tip beni döverken topluca tüm toplum beni linç etmeli. Ana filmde çoğunluk olan ve haksız olan benim. Haksız olarak hak verdiğim çok şey var. Siyah olmadan beyaz kim ki efendi? Ama siz ne bilirsiniz benim ne ifade ettiğimi. Zaten çok da şey ifade etmedim hayatınızda.

Kendimi her şeyin farkında ve hiçbir şey yapmıyor gibi hissediyorum. Dolması gereken bir süre var ve üstüne düşen


kıytırık sahneleri tekrar ve tekrar yaşamak. Kimse benim hikayemi merak etmiyor sonuçta. Neden üstüne giydirilen kötü adamın adamı rolüne inanmaları yetiyor. Yeterince derinlikli bir karakter olmamalıyım. 50 lira karşılığında ezilirken başrole milyonlar kazandırmalıyım. Repliksiz rollerin adamıyım. İşin dayak yemek. Sessizliğimi anlatacak hiçbir mecra yok gibi. Hem konuşsam kim dinler ki? Ben de bana düşeni yapma anı geldiğinde hakkını veriyorum. Kendimi ifade edebildiğim tek an dayak yediğim an. İnsan dayak yerken kendini nasıl anlatabilir. Trafik lambaları görevi 3 ayrı renkte yanıp sönmek. Tabi hepsinin bir görevi var ve bu biliniyor. Bu ifade ettiklerinin dışında ne ifade edebilir ki? Kırmızı ”Dur” veya ”Dikkat” et derken ”Yalnızım” diyebilir mi?


Attırmayın adamın kafasının tasını, diyemez tabi. O diyemez de demek istese yapabileceği başka neyi var ki? Yani ben dayak yerken size kendi acılarımı nasıl anlatabilirim ya da başkalarının acılarını? Dünya görüşümü, okuduğum şiirleri, sevdiğim şarkıları yediğim hangi yumruktan anlayabilirsiniz? Hakkımı yemeyin, ben yenilebilecek en güzel şekilde dayağımı yiyorum. Bunu bu kadar iyi yaparken siz beni anlamak için ne yaptınız? Dedim ya kendimi karın tokluğuna dayak yiyen figüran gibi hissediyorum. Kendimi Yadigar gibi hissediyorum. Çocukluğumdan bu yana izlediğim ve hiç onu anlamayı denemediğim Yadigar gibi…


Türk sinemasının dev adamı Yadigar Ejder gibi hissetmek; hissedilmemiş ve bu yüzden ayıp edilmiş bir duygu. Bir şeyi hissetmeyerek nasıl ayıp etmiş olabiliriz? Diye sorarsanız, tüm ülkenin tanıdığı biri olup hiç hali hatırı sorulmamış olmak acı bir duygu. Bu hisse kapılmamı sağlayan ise Yadigar Ejder ya da gerçek adıyla Adnan Ayberk’in yaşadığı gerçek hayat. Kimi kayanaklara göre 1951 kimine göre ise1947 yılının 5 Ekim günü Sivas’ta hayata gözlerini açtı. Dört çocuklu bir ailenin en büyüğüydü. 2 kız kardeşi 1 de erkek kardeşi vardı. Okulu o da sevemedi. İlkokul 3. sınıfta kaçtı okuldan bir daha da geri dönmedi. 1966 yılı geldiğin İstanbul’a geldi. Film hayatına Yılmaz Güney’in oynadığı Eşrefpaşalı figüranlıkla adım atmış oldu. İstanbul’da yaşadığı süre boyunca otellerde kaldı. 200’ün üzerinde filmde oynadı. Afişlerde bazen adı vardı bazen adı yoktu. Varla yok arasıydı varlığı ama o olmasaydı olmazdı. Kemal Sunal filmlerinin de olmazsa olmazıydı.

Belki de en iyi dayağını 1977 yılında ”Mazlumu getirin bana” repliğine konu olan rolüyle yedi. Osman Seden tarafından senaristliği yapılan, Kartal Tibet tarafından yönetilen ”Şark Bülbülü” filmiydi bu. Hepimizin çocukluğuna, evine filmler aracılığıyla misafir olup durdu. İşi acı kısmı gidecek bir evi hiç olmadı. Doğumu da ölümü gibi belirsizlikle doluydu. Bir iddiaya göre 1991 yılında İstanbul’da hayatını kaybetti. Sanatçının Taksim Parkı’nda donarak hayata veda ettiğiydi söylendi. Sonradan yüksek tansiyon ve şeker hastası olduğu, bu hastalıklara bağlı kalp krizi ve beyin kanaması geçirdiği ya da kayarak başını duvara çarptığı ve buna bağlı olarak beyin kanaması geçirerek vefat ettiği söylendi.


Dedim ya ölümü ve doğumu belirsizliklerle dolu. Bir gün yine bir filmde karşılaşırsanız Yadigar ile onun gözünden izleyin bir de. Onun gözlerine bakarak. Onun şu gözlerine




Comentários


Teşşekkürler

© 2023 by TheHours. Proudly created with Wix.com

bottom of page